Forumbook
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Tolstoy'un Romanlarında Gözlenen İnanç ve Felsefe Yapısı Üzerine

Aşağa gitmek

Tolstoy'un Romanlarında Gözlenen İnanç ve Felsefe Yapısı Üzerine Empty Tolstoy'un Romanlarında Gözlenen İnanç ve Felsefe Yapısı Üzerine

Mesaj tarafından zikzak Salı 29 Haz. 2010, 04:24

Tolstoy'un Romanlarında Gözlenen İnanç ve Felsefe Yapısı Üzerine Tolstoy_foto

Tolstoy'un Romanlarında Gözlenen İnanç ve Felsefe Yapısı Üzerine



A. Tolstoy ve Varoluşçuluk


Kimi kaynaklar [1], Tolstoy'un varoluşçu [2] bir yazar olduğunu öne sürüyor. Yazarın "Diriliş" gibi kimi romanlarında bu akımın izlerine rastlıyoruz. Ne var ki Tolstoy'un eserlerinde bu konuyu tema olarak işlemesi, -roman krahramanının ya da kendisinin- Heidegger'in veya Descartes'in eserlerini okuması, onun varoluşçu bir yazar olduğu anlamına gelmez; bu mantıkla onun "saf Budist" olduğunu da çıkarabiliriz. Bir kere realist; ama mistik - ve olabildiğince kaderci- bir Tolstoy'a terstir bu. Varoluşçuluğun ahlâkî kaygılarının olmamasına karşılık olabildiğince ahlâkçı -ki Tolstoy'un özellikle de "Kroyçer Sonat"ında açıkça gözlemlenen ve en sık uğradığı tenkidlerden biri de ahlâk anlayışındaki bu katılıktır- yadsıdığı metafiziğe karşılık da olabildiğince mâneviyatçıdır. Onun arayışlarla dolu bir hayatı olduğu doğrudur; çoğu kez roman kahramanlarına kendi hayatından bir şey kattığı da. Fakat Tolstoy'daki gözlemleme kâbiliyeti ve onun benzersiz bir "karakter romancısı" olma niteliği de unutulmamalıdır.
B. Tolstoy ve Panteizm

Aynı durum, Panteizm [3] için de geçerlidir; fakat yazarın Panteizm'e karşı aldığı duruş, daha sıcak ve olasıdır. Panteizm'e göre gerçek, evrendeki birlik ile birleşme tecrübesidir. Tolstoy'a göre; Tanrı, sevgidir (God is love) ve canlı-cansız her varlık, aslında Tanrı'nın bir parçasıdır. Kişi, Yaratan'dan ötürü Yaratılan'ı sevmeli, düşmanından bile nefret etmemeli, hatta onlara iyilik yapmalıdır. Kaldı ki Tolstoy, bütün inanç yaşamını adeta Matta'da yoğunlaştırmış [4], yaşam felsefesini Hz. İsa'nın "Dağdaki Vaazı" üzerine kurmuştur. Kafkaslar'da karşılaştığı kan ve ölüm manzaraları, Tolstoy'da anti-militarist fikirlere zemin hazırlamıştı. Hz. İsa'nın, zina eden kadın hakkındaki "Günahsız olan, ilk taşı atsın." sözü, onu derinden etkilemiş, "yargıyı ha ettiği halde yargıda bulunan" yargıcı, "adalet dağıtmak adına uluslara - dolayısıyla da Tanrı'nın yarattığı tüm varlıklara- İncil ve Hıristiyanlığı alet edip savaş açan ve onları sömürgeleştiren" devlet ve ordularını, -hatta bu bağlamdaki yurtseverliği bile- ahlâka aykırı bulmuş, Ortodoks Kilisesi'ni ise "tüm bunlara göz yumduğu, saf Hıristiyanlık yerine insanlara nefret ve gerçek İncil öğretilerinden uzak bir inanç öğrettikleri/aşıladıkları" için yadsımış ve eleştirmiştir. Bu (gibi) aykırı görüşleri yüzünden 1901'de Ortodoks Kilisesi'nden aforoz edilmiş ve Kilise, o öldüğünde bir cenaze merasimi düzenlemeyi bile reddetmiştir.
C. Tolstoy ve Ahlâkçılık

"Esasen hıristiyanlık, lanetlediği cinselliği insanlığa verilmiş bir ceza olarak görüyordu. İlk hıristiyan filozoflardan Augustinus'un, irade dışı oluşu dolayısıyla insanı ister istemez utandırdığını söylediği cinsî arzu, hemen her zaman imânın karşısına konulmuş ve şeytanın kışkırtma araçlarından biri olarak kabul edilmiştir. Augustinus'a göre, Adem peygamber eğer memnu meyveyi yemeseydi, cinsî alâka şehevî duygulara ihtiyaç hissedilmeksizin devam edecekti. Bu bakımdan, Hıristiyanlıkta evlilik bile “aşağı” bir kurum olarak görülür ve kadın “Kutsal Bakire”lik açısından yüceltilir. Bir başka deyişle, Hıristiyanlıkta kadınlığın modeli “Kutsal Bakire Meryem”dir.” [5]
Tolstoy, belki de bütün hemcinslerinin ıstırabını Kroyçer Sonat'ta “korkunç” bir açıklıkla dile getirdiği için şaşırtıyor okuru. Hıristiyan ahlâkı önünde muhasebeye çektiği top yekûn bir cemiyet hayatıdır; kadın-erkek ilişkisinin en mahrem hisleri üzerinde kalemini oynatırken, “şehvet” hissini ve bunun aile hayatındaki “yıkıcı-yokedici-nefret uyandırıcı” tesirini göz önünde tutarak lanetliyor tüm “aşkları, yalancı evlilikleri, çocukları, o mutlu, sıcak yuva hayallerini”… Aslında en yüce ahlâk, en ideal gerçek diye öne sürdüğü ahlâk, onun insanî hislerini canavarlaştırıp, bir düşman olarak tasvir ediyor. Roman kahramanı Pordnişev, herkesin içinden geçirdiği, kendi kendine sormaya çekindiği sualleri, adeta eline bir mikrofon alıp haykırıyor okuyucunun yüzüne: [6]

"Cinsî ihtiraslar, uygarlık maskesiyle örtülmeye çalışılan müthiş bir hastalıktır. Bu ihtirasları frenleyeceğimiz yerde kışkırtmaktayız. İncilde: “Bir kadına şehvetle bakan bir kimse, kalbinde onunla zina etmiş sayılır” der. Bu sözün hükmü yalnız başka kadınlar için değil, kendi karılarımız için de geçerlidir.” [7]
Çok iyi bilindiği gibi, Aziz Paulus, şehvetle yanıp kıvranmak yerine evlenmenin “daha iyi” olacağını söylemiştir. Bu, onun insanın temelinde olduğuna inandığı günahkârlığa kerhen verdiği bir ödünden başka bir şey değildir. Çünkü, evlilikte bile cinsel ilişki mümkün olduğunca az olmalı ve bu da ancak bir çocuk dünyaya getirme amacıyla yapılmalıdır. Yaklaşım budur. Ellis, şöyle der: “Batı, uygarlığımıza, garip ahlaki güçleri ve yaşamımızın her yönüne işlemiş ve kökleşmiş ikiyüzlülükleri, acımasızlığı ve sahtekârlığı getirmiştir.” Müslümanlar cinsi ilişkinin İlahî bir eylem olduğunu kabul ederler. Bu nedenlerle, Müslümanlığın, bekarlığı bizdeki gibi ideal bir konum değil, bir talihsizlik saydığı söylenmiştir. Aşkın batılılarca büyük çapta ihmal edilmiş bu çok önemli –eylemsel- yönünü, Doğululardan daha iyi öğreten hiçbir kaynak yoktur Batıda. Ve Nefzavi, Arap erotik edebiyatındaki en güzel örnektir buna. Bahname, ana amacının yanında, Arap halk kültürünün kısa da olsa bir özetidir. Bu eser çapkınlığa, zamparalığa, ayartıcılığa bir rehber değildir. Nefzavi'nin yaklaşımı da bu değildir. Okurlar kitabı irdeledikçe, bunun doğruluğu açıkça ortaya çıkacaktır. Çok açık olmasına karşın, batılıların bir türlü anlamak istemedikleri bir gerçek de, Doğuluların cinselliğe bizim kadar çekingen yaklaşmadıklarıdır. Üstelik doğulular, bizden çok daha dindardır. Onlar aşk ve cinsî etkinliği, sadece hayatın tabiî, sağlıklı ve gerekli bir eylemi olarak düşünmezler, bunu bir sanat olarak kabul ederler. İslâm dininde cinsellik tabiîdir, yasaksızdır (evlilikte). Çok eşlilik de belli bir ölçüde insan tabiatına uygun olduğu nedeniyle kabul görür. Cinsi öğretiler ise, insanları mutlu bir evliliğe ve sağlıklı aile ilişkilerine götüren etkin bir öğedir.[8]
Batılıların hayranlıkla bahsettikleri ve gıpta ile baktıkları, Müslümanların şehvet anlayışı, cinsi hislere yaklaşımı, dünden bugüne elbette çok değişti; bütün dünya üzerinde hakimiyet kuran Batının yoz kültürü ve hayatı tüm dünyaya bir salgın gibi yayılırken, bizde de olanlar oldu. Hayat ve ahlâk arasındaki ahengi yitirdik ilkin, sonra aile müessesemizi tahrip ettik, erkeklerimizi fikirden yana, kadınlarımızı hayattan yana hadım ettik. Adeta bir Katolik ahlakı ile kadınlarımızı yetiştirdik, onları kadınlıklarından nefret eder hale getirdik; erkekleri ise “ahlâk-dışı bir tabiîlikle-hayvanlıkla” yaftaladığımız hislerle baş başa bıraktık. Onların bu hislerini tatmin etme çabalarını-zinayı hoş gördük, “erkek oldu evladım” şeklinde bir ahlaksızlıkla pohpohladık. Genelevler zinayı meşrulaştırdı. Şimdi de birbirinden bu kadar kopmuş ve birbirlerine karşı cazibelerini yitirmeye başlamış olan iki cins arası ilişkinin yeniden nasıl hayat ve ahlâk arası bir ahenge bürünebileceğinin yollarını aramaya başladık. İşin traji-komik tarafı, aşkı cinsellikten, cinselliği aşktan ayırırken, hayatı dinden-ahlâktan ayırmak gibi bir abese düşerek, kadını ve erkeği de birbirinden böylece hem ruhen, hem bedenen kopardığımızın farkına varamadık. “Notaları insan bir beste” olan aile müessesemizden yükselen o musikiyi yeniden terennüm edebilmek için ne yapmalı? Bu kakafoniyi nasıl senfoni yapmalı? [9]
D. Tolstoy ve Hıristiyan Anarşizmi

Lev Tolstoy, Hıristiyanlık yolundaki inancıyla ulaştığı ve daha sonra da yorumladığı anarşizm prensipleriyle dikkate değer bir yerdedir. Özellikle "Kutsal Kitab'ın Kısa Bir Yorumu" ve "Tanrı'nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir" adlı eserlerindeki açıkladığı felsefeler, onun dönemine çok benzer.(Çeviri hatası düzeltilmeli)
Hıristiyan anarşizminin tarihçesi, Orta Çağ'da Özgür Ruhun Dinsel İnançlara Aykırı Mezhebi (İng. heresy) hareketi, sayısız Köylü ayaklanmaları ve 16. yüzyıl Anabaptistler hareketine kadar uzanır. Hıristiyanlık içindeki hürriyetçi gelenek 18. yüzyılda William Blake'in yazılarında tekrar yüzeye çıkar, ve Adam Ballou, 1854'te yazdığı "Practical Christian Socialism" adlı eserinde anarşist sonuçlara varır. Ancak Hıristiyan anarşizmi, gerçek anlamı ile anarşist hareketin bir parçası haline ünlü Rus yazarı Leo Tolstoy ile gelmiştir.[10]
Kabaca Anarşizm, "anarşiyi, yani 'efendinin olmamasını' amaçlayan" [11] politik bir kuramdır. Diğer bir deyişle; "anarşizm, bireylerin birbirleriyle eşitlikler olarak özgürce işbirliği içinde olabileceği bir toplum yaratmayı amaçlayan politik bir kuramdır. Böylece anarşizm, gerekli olmadıkları gibi, bireye ve onun bireyselliğine zararlı olan tüm hiyerarşik kontrol biçimlerine karşı çıkar." [12]
Anarşi kavramı, "Yunanca 'An-Arcia' kelimesinden köken alıp 'idaresizlik, yönetimsizlik' anlamlarına gelmektedir. 'An-arhos' kelimesi, 'Anarşi' kelimesinin sıfatı olup, Türk diline 'Anarşist' olarak girmiştir." [13]

"Anarşizmin en önemli özelliği devletin hem zararlı hem de gereksiz olduğu görüşü olan yaklaşım ve doktrinler yığını olmasıdır. Anarşizm, anarşist ve anarşi hem beğeniyi hem de kınamayı ifade etmek için kullanılır. Yakın bağlamda bütün bu terimler aşağılama için kullanılmıştır. 17. yüzyılda İngiliz İç Savaşı sırasında Levellerlar’ın rakipleri onlara 'İsveçlileşen Anarşistler' demiştir ve Fransız Devrimi sırasında Girandin lideri Jacques Pierre Brissot, en büyük rakipleri olan Enrage'leri 'anarşi'nin savunucusu olmakla suçlamıştır." [14]

"... politik bir hareket olarak anarşizm, modern (ulus-) devletin ve kapitalin yaratılmasına eşlik eden toplumun dönüşümünün bir ürünüdür." [15]; ancak, aynı zamanda da "politika kuramında en fazla yanlış temsil edilen kavramlardır. Genel anlamda 'kaos' veya 'düzensizlik' kelimeleri ile eş anlamlı tutularak, anarşistlerin toplumsal kaos ve 'orman kanunu'na geri dönüşü arzuladıkları belirtilir." [16]

Bütün bunların yanı sıra, "Dinsel fikirlerden ilham almış anarşizm çeşitleri de vardır. Peter Marshall'ın dikkat çektiği üzere,'ilk anarşist duyarlılığın açıkça ifadesi, M.Ö. altıncı yüzyılda varolan, eski Çin'de ki Taoist'lere kadar takip edilebilir' ve 'Budizm, özellikle Zen formundaki, ... güçlü bir özgürlükçü rûha ... sahiptir. Bazıları ise anarşist fikirlerini Pagan ve Tinselci etkilerle birleştirir. Ama, dinsel anarşizm genellikle, bizim de burada üzerine yoğunlaşacağımız Hıristiyan Anarşizmi biçiminde şekillenir." [17]

Dinsel anarşist var mıdır sorusuna Peter Marshall, şöyle yanıt veriyor: Evet. Her ne kadar anarşistlerin büyük bir kısmı köklü bir şekilde insan-karşıtı ve dünyasal otorite ve köleliği olumlayıcı olması nedeni ile, Tanrı fikrine ve dine karşı olsa da; bazı inananlar (dinsel) fikirlerini anarşist sonuçlara vardırmışlardır. Tüm anarşistler gibi bu dinsel anarşistler de, devlete karşı çıkmalarını, özel mülkiyet ve eşitsizlik bağlamında eleştirel duruşları ile birleştirirler. Diğer bir deyişle, anarşizmin ateist olması gerekmez. Aslında, Jacques Ellul'e [18] göre, "İncil'de ki görüşler doğrudan anarşizme yol açar, ve bu da Hıristiyan düşünürlerle uyumlu olan tek siyasi anti-siyasi duruştur" [19]

Hıristiyan Anarşistler, İsa'nın takipçilerine söylediği, 'Krallar ve yöneticiler insanlar üzerinde hakimiyet hakkına sahiptirler; aranızda bunun gibi olanlar olmasın'[20] sözlerini ciddiye alırlar. Benzer şekilde, Paul'un yargısı, 'Tanrı'dan başka bir otorite yoktur' toplumda devlet otoritesinin reddedilmesinin bir sonucu olarak değerlendirilir. Bu nedenle, gerçek bir Hıristiyan için, devlet Tanrı'nın otoritesine el koymaktadır; ve her bireyin kendini yönetmesi ve Tanrı'nın hükümdarlığının kendi içinde olduğu'nun farkına varması, yine her bireyin kendi sorumluluğundadır. [21]

"Kendini anarşist olarak adlandırmamasına karşın, Tolstoy, sonuçlarını İsa'nın öğretilerinin genel rûhundan ve aklın zorunlu diktelerinden çıkararak, 15 ve 16. yüzyıllardaki popüler dinsel hareketlerdeki öncelleri, Chojecki, Denk ve diğerleri gibi, devlet ve mülkiyet haklarına ilişkin anarşist bir tavır geliştirdi. Yeteneğinin olanca gücüyle, güçlü bir kilise, devlet ve yasa, özellikle de mülkiyet yasaları eleştirisi yaptı. Devleti kaba gücün desteklediği, kötücül kişilerin tahakkümü olarak betimledi. Hırsızların, iyi örgütlenmiş bir devletten çok daha az tehlikeli olduğunu söyledi. Kilise, devlet ve mevcut mülkiyet dağılımı tarafından insanlara bahşedilen yararlara ilişkin yaygın önyargıların keskin bir eleştirisini yaptı ve (Hz.) İsa'nın öğretilerinden karşı koymama kuralını ve tüm savaşların mutlak kınanması sonucunu çıkardı. Fakat onun dinsel argümanları günümüz kötülüklerinin serinkanlı gözenmesinden borç alınmış argümanlarla öylesi iyi biçimde bir araya getirilmiştir ki yapıtlarının anarşist kısımları dindar ve dindar olmayan okura aynı ölçüde çekici gelmektedir." [22]

"Anarşizmin özellikle şiddete dayanmayan biçimleriyle toplumsal ve ahlâkî idealleri, genelde bu akımın dışında kalan çevrelerde de yankı bulmuştur. Büyük Rus romancı Lev Tolstoy’da devleti ve mülkiyeti reddeden barışsever bir radikalizm görülürken, Kropotkin’in ademimerkeziyetçiliğe ilişkin görüşleri toplumsal planlama ile uğraşan Patrick Geddes ve Lewis Mumford gibi yazarları derinden etkilemiştir. Mohandas Gandhi’nin kurallara karşı pasif direniş çizgisinde de anarşist düşüncelerin belirli izleri görülebilir. Gandhi ayrıca özerk köy komünlerine dayalı ademimerkeziyetçi bir toplum oluşturma tasarısında da Kropotkin’den etkilenmiştir. " [23]

"...Ağırlıklı olarak Tolstoy tarafından geliştirilen şiddet karşıtlığı, günümüzün anarşistleri için kolayca es geçilemeyeceği gibi, etkili bir kabul de görmüş durumda. Ancak, Tolstoy’un Hıristiyan anarşizmi olarak geliştirdiği bu düşünce, İsa’nın, Gabara Dağı’ndaki vaazına dayanıyordu. Tolstoy, Dağdaki Vaaz’ı Hıristiyanlığın özü olarak kabul ederken; Kilisenin, Hıristiyanlığı yozlaştırdığını, resmi bir kurum olarak cinayete ve devletin öteki suçlarına ortak olduğunu ileri sürerek, Kilisesiz, peygambersiz, ayinsiz, salt Dağdaki Vaaz’la sınırlı bir Hıristiyanlık öneriyordu. Tolstoy, Dağdaki Vaaz’ı çağımıza her ne kadar uyarlasa da bu düşüncenin belirleyici olan özünde, köleden itaat, efendiden de merhamet etmesi bekleniyordu... O, itaat kısmını bütünüyle itaatsizliğe dönüştürerek vicdanımıza yepyeni bir boyut ve bir derinlik kazandırdı. Rahatlıkla, Tolstoy anarşizmin vicdanıdır diyebiliriz. Tolstoy’dan sonra, savaş koşullarını bir yana bırakırsak, şiddete başvurulan her yerde, onu mutlaka anarşist ahlâkın süzgecinden geçirme ihtiyacı ve sorumluluğu doğdu.Meşrû müdafaa hakkını da 'kötülüğe kötülükle karşılık vermek' olarak gören Tolstoy, bütünüyle pasif direnişi, yani itaatsizliği önerir. Açık ki, pasif direniş, sistemin çeşitli aşırılıklarına ve daha çok da yaşam hakkına kast edildiği durumlarda ortaya koyduğu duyarlılığıyla bir mücadele tarzı haline gelmiştir. Oysa, hükmedilenlerin kendi kaderlerini belirleme özgürlüğüne ilişkin atacakları adım, daima pasif direnişin nötr tutumuyla karşılaşır. Çünkü o, hak ihlallerinde değişmez vicdani bir ölçü olarak şekillenmiştir. Dolayısıyla, mutlak barışçıldır. " [24]

"Benzer şekilde, İsa'nın gönüllü yoksulluğu, servetin bozucu etkileri üstüne yorumları ve İncil'deki dünyanın insanlar için ortak olarak faydalanmak üzere yaratildigi yolundaki ifadeler özel mülkiyetin ve kapitalizmin toplumsal eleştirisi için hep birer temel olarak ele alınırlar. Aslında ilk Hıristiyan kilisesi, (her ne kadar daha sonra onları devlet dini içine sınırlandırsa da, kölelerin özgürleşme hareketi olarak kabul edilebilecek olan) radikal Hıristiyan hareketlerinde (aslında, İncil tahakküm altında olanların hürriyet özlemlerinin bir ifadesi olarak kullanıla gelmiştir, ki bu daha sonra anarşist ya da Marksist terminoloji biçimini almıştır) tekrar, tekrar ortaya çıktığını gözlemlediğimiz maddi malların komünsel paylaşımına dayanmaktadır. Bu nedenledir ki, İngiltere'deki 1381 Köylü Ayaklanması'nda dini lider John Ball su ifadeyi kullanmıştır: 'Adem toprağı kazarken Havva yün eğiriyordu, Peki o zaman efendi kimdi?' " [25]

Tolstoy, İncil'in mesajını ciddiye alarak, gerçek bir Hıristiyan'ın devlete karşı çıkması gerektiği sonucuna varır. İncil'i okumasından, Tolstoy anarşist sonuçlara varır: "Yönetmek, güç kullanmak demektir; güç kullanmak ise gücün kullanıldığı kişinin yapmaktan hoşlanmadığının ve gücü kullananın kendisine yapılmasından da kesinlikle hoşlanmayacağının, ona [gücün kullanıldığı kişiye] yapılmasıdır. Sonuç olarak, yönetmek bize yapılmasını istemediğimiz şeylerin başkalarına yapılması demektir, yani yanlış yapılmasıdır" [26]

"Bu nedenle gerçek Hıristiyan diğerlerini yönetmekten uzak durmalıdır. Bu devlet karşıtı duruştan doğaldır ki Tolstoy, aşağıdan kendinden örgütlenen bir toplumun taraftarlığını yapmıştır: 'Resmî olmayan insanların kendi yaşamlarını kendi başlarına düzenlemeyeceği, keza hükümet insanlarının ne kendileri için ne de başkaları için bunu yapabilecekleri neden düşünülür?' " [27]

"Tolstoy, bireylerin rûhsal dönüşümünü anarşist bir toplumun yaratılmasının anahtarı olarak gördüğü için, baskıya karşı şiddet içermeyen eylemi savunur. Max Nettlau'nun söylediği üzere, 'Tolstoy tarafından vurgulanan büyük gerçek iyinin, iyiliğin, dayanışmanın - ve aşk diye adlandırdığımız tüm her şeyin - gücünün kendi içimizde yattığının; ve bunun uyandırılmasının, geliştirilmesinin ve ifa edilmesinin kendi davranışlarımızda olabileceği ve olması gerektiğinin kabul edilmesidir.' " [28]

"Tüm anarşistler gibi, Tolstoy da özel mülkiyet ve kapitalizme karşı eleştireldir. Henry George gibi - ki Tolstoy üstünde önemli etkisi olmuştur - toprak üzerindeki özel mülkiyete şöyle diyerek karşı çıkar; 'toprak mülkiyetinin savunulması ve sonucunda fiyatında yükselme olmasaydı, insanlar bu kadar dar alanlarda kümelenmeyeceklerdi, aksine halen dünyada oldukça bol olan serbest topraklara doğru yayılacaklardı'. Bunun da ötesinde, 'bu mücadelede, hiçbir zaman toprakta çalışan değil, aksine daima hükümetin şiddetinde pay sahibi olanlar avantaja sahiptirler.' " [29]

"Tolstoy, kullanım dışındaki bütün mülkiyet haklarının varolmasının, onların korunması için devlet şiddetini gerektireceğinin farkındadır; iyelik her zaman gelenekçe, kamuoyunca, adalet ve karşılıklılık hislerince korunmaktadır, ve bu nedenle de şiddet tarafından korunmaları gerekmez" [30]

Aslında, şöyle demektedir: "Tek bir sahibi olan on binlerce dönümlük ormanın şiddet kullanılarak korunması gerekir. Aynı şey pek çok işçinin ve soylarının aldatıldığı ve halen aldatılmakta olduğu, fabrikalarda ve işyerlerinde de geçerlidir. Yine aynı zamanda, tek bir kişi tarafından sahip olunan yüz binlerce kilelik hububat, kıtlık zamanında üç kat fiyatla satılmak üzere saklanmaktadır" [31]

"Tolstoy, kapitalizmin bireyleri hem ahlâkî hem de fiziksel olarak mahvettiğini ve kapitalistlerin birer 'köle-tüccarları' olduğunu ifade eder. 'Sanayici, gelirini işçilerinkini sömürerek elde eder ve tüm faaliyeti zorunlu, doğal olmayan emeğe bağlıdır.' diyerek gerçek bir Hıristiyan'ın kapitalist olmasının imkansız olduğunu söyler; ve bu nedenle öncelikle, kendi kârı için insan yaşamlarını mahvetmekten vazgeçmesi gerekir" [32]

Hiç de şaşırtıcı olmayacak şekilde, Tolstoy, kooperatiflerin "şiddetin tarafı olmak istemeyen ahlâklı, kendine saygılı bir kimsenin katılabileceği tek toplumsal faaliyet" [33] olduğunu belirtir.

"Şiddete karşı çıkmasından dolayı, Tolstoy hem devleti hem de özel mülkiyeti reddeder ve toplumdaki şiddetin sona erdirilmesi ve adil toplum yaratılması için pasifist taktiklerin kullanılmasına çağırır. Nettlau'nun ifadesi ile, Tolstoy 'şeytana karşı direnilmesini ... öne sürdü; ve direniş yollarından birisine yeni bir yol ekledi: itaatsizlik yolu ile direniş, pasif güç.' " [34]

"Özgür toplum fikrinde Tolstoy gözle görülür bir şekilde kırsal Rus yaşamından ve Peter Kropotkin (örneğin, Fields, Factories and Workshops), P. J. Proudhon ve anarşist olmayan Henry George'un çalışmalarından etkilenmiştir." [35]

"İrlanda'da, Güney Amerika'nın bazı kesimlerinde, ve 19. ve 20. yüzyıl başı İspanyasında olduğu gibi, Kilise'nin de facto siyasî güce sahip olduğu ülkelerde anarşistler tipik olarak din karşıtıdırlar; çünkü Kilise, karşı çıkanları ve sınıf mücadelesini bastırmak için gücünü kullanmaktadır. Böylece anarşistlerin çoğu ateist olmakla beraber, anarşizm içinde dinden anarşist sonuçlar çıkarsayan bir azınlık geleneği vardır. Ek olarak toplumsal anarşistlerin çoğu, daha büyük kötülüklere karşı durmak için şiddet kullanılması gerektiğini görerek, Tolstoycu pasifizmi dogmatik ve aşırı olarak değerlendirirler. Ama anarşistlerin büyük bir kısmı, anarşist bir toplum yaratmanın anahtarının değerlerin her birinin değişimini sağlamak olduğu konusunda ve genel bir taktik olarak şiddet karşıtlığının önemli olduğu konusunda Tolstoyculara katılacaklardır. (yine, anarşistlerin ancak çok az bir kesiminin başka hiç bir seçenek kalmadığı durumlarda, kendini savunma amacı ile olsa bile şiddet kullanımını reddettiğini vurgulamalıyız)." [36]

"Tolstoy'un fikirleri İngilizleri Hindistan'dan kovmak için, halkından şiddet dışı direniş uygulamalarını isteyen Gandhi'yi derinden etkilemiştir. Bunun da ötesinde, Gandhi'nin bağımsız Hindistan'ı köylü komünleri federasyonu olarak tasavvur etmesi de Tolstoy'un özgür toplum görüşüne benzerdir. 1933'te ABD'de Catholic Worker adlı gazeteyi kuran, inançlı bir Hıristiyan pasifist ve anarşist olan Dorothy Day ve Catholic Worker Group yine Tolstoy'dan (ve Proudhon'dan) oldukça etkilenmişti. Tolstoy'un ve dinsel anarşizmin etkileri, Hıristiyanlık fikirlerini işçi sınıfı ve köylüler arasındaki toplumsal etkinlikler ile biraraya getiren, Latin ve Güney Amerika Liberation Theology hareketlerinde de görülebilir." [37]
E. Tolstoy ve Pasifizm

"Lev Tolstoy'un önde gelen simalarından biri olduğu pasifist kol, anarşizm içinde uzun süreden beri varolmaktadır. Bu kol genellikle 'anarko-pasifizm' olarak adlandırılır. Anarşizmin temel ülküleri ve argümanları verili iken, anarşizmin ve pasifizmin birliği şaşırtıcı olmaz. Her şeyden öte, şiddet, ya da şiddet veya zarar tehdidi, bireysel özgürlüğe zarar veren temel araçlardır. Peter Marshall'ın belirttiği gibi 'anarşistlerin bireyin egemenliğine saygısı dikkate alınırsa, uzun dönemde şiddet değil, şiddet-karşıtlığı anarşist değerler tarafından ifade edilmektedir" [38] Malatesta ise, " 'anarşizmin temel politik platformu şiddet'in insan ilişkilerinden soyutlanmasıdır' derken daha açıktır."[39]

"Tolstoy'un Government is Violence: essays on Anarchism and Pacifism adlı kitabının giriş kısmında, şöyle yazılıdır: Tolstoy'un anarşiye ulaşmak için önerdiği araçlar, bugün sivil itaatsizlik ve şiddetsiz doğrudan eylem olarak aşina hale gelinmiş. Tolstoy, otorite karşısında boyun eğmeyen ahlâkî direnişi savunur." [40]

Gandhi, otobiyografisinde Tolstoy hakkında şöyle yazar, "Ciddi bir şüphecilik ve güvensizlik krizi içindeyken Tolstoy'un Tanrı'nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir kitabıyla karşılaşmam, ve onun etkisi altında kalmam bundan kırk yıl önceydi. O zamanlar şiddete inanan birisiydim. Onu okumam benim şüpheciliğimi tedavi etti ve beni ahimsa'nın (şiddetsizliğin) kararlı bir savunucusu haline getirdi... O, çağımızın ortaya çıkardığı en büyük şiddetsizlik önderidir." [41]

İsa'nın topluma konuşmaları, popüler ve günceldi. Şiddete karşıydı. Hakkı savunurdu. 'Sezar'ın hakkı, Sezar'a... Allah'ın hakkı, Allah'a...' söylemi onundur. Onun konuşmalarından esinlenen insanlık önderleri, yüzyıllarca sonra şiddete karşı akımlar yarattılar. Onlar, adeta şiddet karşıtı yeni guruplardı. Örneğin... Savaş ve Barış romanının ünlü yazarı Lev Tolstoy, günlüğünde, Hıristiyanlık'tan esinlenen fakat dogmalardan ve efsanelerden temizlenmiş, şiddeti reddeden bir yeni din yaratmak istedigini yazardı. Londra'da eğitim yapan genç Gandhi de, İncil'den esinlenmisti. Ülkesi Hindistan'a döndüğünde, pasif direniş kampanyasını baslattı. Siyaset söylemini ve hareketini, şiddete karşı olmak söylemine dayandırdı. .Amerika'da, zenci lider Martin Luther King de, İsa'nın insan hakları ve şiddete karşı olmak ilkeleriyle, arkasına milyonlarca kara derili insanı topladı. Ne yazık ki... Tolstoy, bir taşra tren garında öldürülmüş bulundu.[42] Gandhi, 30 Ocak 1948 yılında suikasta kurban gitti. Martin Luther King de, 4 Nisan 1968'de, Menphist Tennesee'de öldürüldü.Üçü de, şiddetin kurbanı olmuşlardı. Tıpkı İsa'nın da öldürülmüş olması gibi. Fakat... Aslında, bu ölümler şiddete karşı nefreti ve şiddete karsı örgütlenmeyi, şiddete karşı kültürü güçlendirmiştir. [43][44]
Kaynaklar ve Dipnotlar

[2] Varoluşçuluk (Egzistansiyalizm): Bir felsefe sistemidir. İlk olarak Alman düşünür Martin Heidegger tarafından ortaya atılmış (1927), İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fransız düşünür ve romancı Sartre'nin benimsemesi ve edebiyata uygulaması ile bütün dünyada yaygınlaşmıştır. İnsanın kendi değerlerini kendinin oluşturabileceğini; geleceğini yine kendisinin kurabileceğini savunan bir felsefe akımıdır. Önemli temsilcileri şunlardır: Jean Paul Sartre, Albert Camus, Andre Gide, Samuel Beckett, Franz Kafka (Bknz. Edebi Akımlar, "Egzistansiyalizm" maddesi)
[3] Panteizm (tüm tanrıcılık): Tanrı ve evreni tek ve aynı kabul eden görüş.
[4] Matta 3, 5-11, 18-19, 23 ve 25-27. bölümler, Tolstoy'un inanç sisteminin kaburgasıdır diyebiliriz. (Akhenaton Notu)
[5] Beşir Ayvazoğlu, "Aşk Estetiği", Ötüken Yay., Ankara, s. 62
[6] Gülçin Şenel, "Kroyçer Sonat: Hayatın ve Ahlâkın Terennüm Edilemeyen Senfonisi".
[7] Tolstoy, "Kroyçer Sonat", Timaş Yayınevi, (çev. Şükrü Güngör), İstanbul 2003, s.45.
[8] Gülçin Şenel, a.g.e.
[9] Gülçin Şenel, a.g.e.
[10] "What Types of Anarchism Are There".
[11] P. J. Proudhon, "What Is Property?"
[12] Anarşist Bakış, "Anarşizm Nedir?";
[13] Dr. Hakkı Açıkalın, "Anarşi-1" makalesi.
[14] Selçuk Gün, "Anarşizm" makalesi.
[15] "Anarşistler, Neden Sisteme Karşıdırlar?"
[16] Anarşist Bakış, a.g.e.
[17] "What Types of Anarchism Are There".
[18] Jacques Ellul, Fransız bir düşünür, sosyolog, ilahiyatçı, aynı zamanda da bir anarşistti. O, "teknik toplum"la ilgili birçok kitap yazdı. Ayrıca "Anarşi ve Hıristiyanlık" gibi Hıristiyanlık ve politika hakkınd da bazı kitapları vardır. Ona karşı anarşizm ve Hıristiyanlık, aynı toplumsal hedefi izler.
[19] Peter Marshall'ın "Demanding The Impossible"deki alıntısı, s.75.
[20] Luka 22:25-26. Uluslar üzerinde egemenlik süren krallar, genelde "büyük""iyiliksever" unvanını yakıştırırdı. Oysa bu, sadece bir ünvandı. Kendileri, iyiliksever değil; tam aksine acımasız, sert diktatörlerdi. İyiliksever adıyla bilinirler; ancak, bu unvana hiç yaraşmazdı. Bu durum, (Hz.) İsa'yı izleyenler arasında da böyle olmamalıydı. Büyük olmak isteyenler, "en küçük" olmalıydılar. "Yönetim" ya da baş olmak isteyen kimseler de, alçakgönüllülüğü takınarak herkese hizmet etmeliydiler. Bu "devrimci" öğretiş, küçükleri büyükler karşısında daha düşük kabul eden gelenekleri bütünüyle ters-yüz ediyordu. (William MacDonald, "Kutsal Kitap Yorumu", c.1, s.404.)
zikzak
zikzak
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye

Mesaj Sayısı : 1477
Kayıt tarihi : 24/09/09
Yaş : 33

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz